Bölüm 26
Skylar’ın tıslaması ve hırıltısı dikkatimi çekmese,Afrodit’in,Neferet’in odasınagiden koridordaki bir duvar girintisine sindiğini fark etmeyecektim.
“Ne var,Skylar?”Neferet’in kedinin adı çıkmış bir ısırıcı olduğu uyarısını hatırladığım için,çekimser bir tavırla elimi uzattım.Nala’nın her zamanki gibi peşimde olmamasına çok memnundun doğrusu. Skylar büyük olasılıkla minik kedimi çiğ çiğ yerdi.”Pisi-pisi”.Turuncu tombul tüy yumağı bana uzun uzun baktı.(Büyük olasılıkla elimi ısırsın mı,ısırmasın mı karar vermeye çalışıyordu.)Sonra kararını verdi,şişini indirdi ve hızla bana doğru koşmaya başladı.Bacaklarıma sürtündükten sonra yanımdan ayrılmadan önce duvar girintisine doğru son bir kez tısladı ve Neferet’in odasına doğru hızla gözden kayboldu.
“Derdi neydi acaba?”Tereddütlü gözlerle girintiye doğru baktım.Skylar gibi acımasız bir kedinin şişinip,tıslamasına neyin neden olduğunu merak etmiştim.Ve o anda bir şokla sarsıldım.Nyx’in güzel bir heykelinin durduğu çıkıntının altında yerde oturuyordu.Başını arkaya atmıştı.Gözleri öyle bir dönmüştü ki sadece beyaz kısımları görünüyordu.Beni fena korkutmuştu doğrusu.Yüzünden kan boşalması beklentisiyle,donup kalmıştım.Sonra inleyerek anlayamayacağım bir şeyler mırıldandı. Gözleri,sanki bir şey izliyormuş gibi büyük bir hızla,kapanan göz kapaklarının altında bir o yana bir bu yana gidip geliyordu.Ne olduğunu hemen anlamıştım.Bir şeyler görüyordu.Büyük ihtimalle görüşün geldiğini hissedip,kimsenin onu bulamayacağı bir girintiye sinmişti.Böylece o nefret dolu varlığının pekala engel olabileceği ölüm ve yıkımla ilgili bilgileri kendine saklayabilecekti.Pislik.Cadı.
Pekala.Bana göre karıştırdığı yeterince halt yanına kalmıştı.Artık bu kadarı yeterdi.Yere eğilip onu kollarının altından tuttum ve ayağa kalkmaya zorladım(Size şu kadarını söyleye bilirim:Göründüğünden çok daha ağır).
“Haydi,”diye inledim.Kör gözlerle önümde salınan Afrodit’i yarı yarıya taşıyordum.”Seninle koridorda ufak bir geziye çıkıp bu defa hangi trajediyi kendine saklamaya çalıştığını öğrenelim,bakalım.”
Neyse ki Neferet’in odası o kadar da uzak değildi.Yalpalayarak içeri girdik.Neferet bizi görünce yerinden fırladı ve hızla bize doğru koştu.
“Zoey!Afrodit!Neler oluyor?”Fakat Afrodit’e baktığı anda paniği yerini anlayışa bıraktı.”Yardım et de onu koltuğuma oturtalım.Orada daha rahat eder.”
Afrodit’i büyük deri koltuğa sürükleyip oturttuk.Neferet koltuğun yanına çöktü ve Afrodit’in elini tuttu.
“Afrodit,Tanrıça’nın sesiyle senden Rahibe’ne neler gördüğünü anlatmanı istiyorum.”Neferet’in sesi yumuşak fakat ısrarcıydı.Yorumuna yansıyan gücü ben bile hissedebiliyordum.
Afrodit’in gözleri kıpırdamaya başlamıştı bile.Derin bir nefes aldı.Ve sonra,bir anda gözleri açılıverdi. Gözleri iri iri açılmıştı ve cam gibiydi.
“Kan…Çok kan.Vücudundan o kadar çok kan çıkıyor ki…”
“Kim Afrodit?Odaklan.Odaklan ve görüşünü netleştir.”
Afrodit titrek bir nefes aldı.”Öldüler.Hayır.Hayır.Olamaz.Bu doğru değil.Hayır!Bu doğru değil. Anlamıyorum…Ben…”Gözlerini kırpıştırdı.Sanki görüşü netleşmiş gibi bakıyordu.Odada çevresine bakındı. Sanki gördüğü hiçbir şeyi tanımıyordu.Gözleri bana değdi.”Sen,”dedi cılız bir sesle.”Biliyorsun.”
“Evet,”dedim.Görüşünü saklamaya çalıştığını bildiğimi kastettiğini sanmıştım ama tek söyleyebildiğim”Seni koridorda buldum ve…”oldu.Neferet sözümü tamamlamama imkan bırakmadan, elini havaya kaldırıp beni susturdu.
“Hayır,henüz bitirmedi.Bu kadar çabuk dönmemeli.Görüşü hala çok soyut.”Neferet bunları hızlı hızlı söyledikten sonra sesini bir kez daha alçalttı ve hükmedici bir sesle”Afrodit,geri dön,”dedi.”Şahitlik etmek üzere olduğun ve değiştirmen gereken şeye bir kez daha bak.”
Ha!İşte şimdi köşeye sıkıştın.Küçük bir sürtük gibi düşünmekten kendimi alamıyordum.Ne de olsa dün gözümü oymaya çalışmıştı.
“Ölü…”Söyledikleri gittikçe daha anlaşılmaz bir hal alıyordu.”Tüneller…Orada…Birini öldürüyorlar. Ben…Göremiyorum…”Deliye dönmüştü.Bir an ona acıyacak gibi oldum.Büyük olasılıkla,gördükleri-her ne görüyorsa-onu fena halde korkutuyordu.Sonra keskin bakışlarını Neferet’e çevirdi.Gözlerine yansıyan ifade onu tanıdığını gösteriyordu.Az da olsa bir rahatlama hissettim.Kendine geliyordu ve bu tuhaflık yakında bitecekti.Ve ben daha bunu düşünürken,Afrodit’in,Neferet’e kilitlenen gözleri inanılmayacak derecede irileşti.Yüzünü saf bir korku kaplamıştı.Bir çığlık patlattı.
Neferet ellerini Afrodit’in omuzlarına yerleştirdi.”Uyan!”Bana omzunun üstünden kısa bir bakış attı.”Git artık,Zoey!Çok karmaşık şeyler görüyor.Elliott’un ölümü onu üzmüş olmalı.Kendine tam olarak geldiğinden emin olmalıyım.”
Bunu bana ikinci bir defa söylemesine hiç gerek yoktu.Heath’ın saplantılı tavrını unutuvermiştim. Buradan bir an önce çıkmalı ve İspanyolca dersime koşmalıydım.
Okula konsantre olamıyordum.Neferet ve Afrodit’in başrolünü oynadıkları o tuhaf sahneyi kafamda canlandırmaktan kendimi alamıyordum.Afrodit büyük bir olasılıkla ölmek üzere olan insanlar görmüştü. Fakat Neferet’in tavrına bakılırsa,bu sıradan bir görüş olmasa gerekti(Sıradan görüş diye bir kavram varsa tabi).Stevie Rae,Afrodit’in görüşlerinin insanları doğru havaalanına ve hatta doğru uçağa yönlendirecek kadar net olduğunu anlatmıştı.Ve bugünkü görüşünde hiçbir şey net değildi.Tabi beni görmesi ve o tuhaf şeyi söylemesinin ardından,Neferet’e beyni kulaklarından fırlayacakmış gibi bağırması dışında.Olanlara hiçbir anlam veremiyordum.Bu gece nasıl hareket edeceğini görmek için sabırsızlanıyordum.Yani,neredeyse.
Persephone’nin kaşağısını yerine bıraktım.Sonra atın yemliğinin üstüne yerleşip beni izleyen ve miyavlayıp duran Nala’yı kucakladım ve ağır adımlarla yatakhaneye doğru yürümeye başladım.Bu defa,Afrodit yolumu gözlemiyordu ama eski meşe ağacının yakınındaki köşeyi döndüğüm anda hararetle bir şeyler konuşan ve beni fark ettikleri anda susan Stevie Rae,Damien ve İkizler’i gördüm.Hepsi,suçlu gözlerle bana bakıyorlardı.Kimden bahsettiklerini anlamak zor değildi.
“Ne oldu?”dedim.
“Biz de seni bekliyorduk.”dedi Stevie Rae.Her zamanki havaililiğinden eser yoktu.
“Neyin var senin?”diye sordum.
“Senin için endişeleniyor,”dedi Shaunee.
“Hepimiz senin için endişeleniyoruz,”dedi Erin.
“Eski erkek arkadaşınla neler oluyor?”Bu soru Damien’den gelmişti.
“Sadece can sıkıyor.Sıkmasa,”eski” olmazdı ki”.Hiçbirinin gözünün içine uzun süre bakmamaya özen göstererek,olabildiğince umarsız görünmeye çalışıyordum(Hiçbir zaman iyi bir yalancı olamdım).
“Bu akşam seninle gelmem gerektiğini düşünüyoruz,”dedi Stevie Rae.
Damien onu ”Aslına bakarsan,hepimizin seninle gelmemiz gerektiğini düşünüyoruz,”diye düzeltti.
Kaşlarımı çattım.Dördünün birden,beni,o akşamın zavallısının kanıyla karıştırılacak şarabı içerken görmesine izin vermem gibi bir şey söz konusu olamazdı.
“Hayır.”
“Zoey,”dedi Damien son derece mantıklı bir tavırla.”Bu gerçekten kötü bir gündü.Herkes çok stresli. Ayrıca Afrodit seni gözüne kestirdi.Birbirimizden ayrılmamamız akıllıca olur.”
Evet,mantıklıydı ama hiçbiri hikayenin tamamını bilmiyordu.Ve bilmelerini de istemiyordum.Henüz. Gerçek şuydu ki onları çok önemsiyordum.Bana kabul gördüğümü ve önemsendiğimi,buraya ait olduğumu hissettiriyorlardı.Şu anda,her şey bu kadar yeni ve ürkütücüyken,bunu kaybetme riskini göze alamazdım.Bu yüzden,evdeyken üzüldüğümde ya da korktuğumda ve ne yapacağımı bilemediğimde yaptığım şeyi yaptım.Sinirlenip savunmaya geçtim.
“Günün birinde beni Yüksek Rahibe yapacak özel güçlere sahip olduğumu söyleyen siz değimliydiniz?” Hepside hevesle kafalarını sallayıp gülümsedi.Bu halleri kalbimi burktu.Dişlerimi sıkarak sesime ciddi anlamda soğuk bir hava kattım.”O zaman şimdi hepiniz kulaklarınızı dört açın ve hayır cevabımı duyun. Bu gece hiçbirinizi yanımda istemiyorum.Bu,tek başıma halletmem gereken bir konu.Tek başıma.Ve daha fazla tartışmak istemiyorum.”
Ve yanlarından hışımla ayrıldım.
Doğal olarak,aradan daha bir buçuk saat geçmeden bu kadar berbat davrandığım için pişmandım.Bir şekilde sığınağıma dönüşen büyük meşe ağacının altında bir ileri,bir geri gidip geliyor,Nala’nın sinirini bozuyor ve Stevie Rae’nin çıkagelmesi ve ondan özür dilemek için dua ediyordum.Arkadaşlarım onları neden yanımda götürme istemediğimi bilmiyorlardı.Tek istedikleri bana gözkulak olmaktı.Belki de… Belki de kan olayını anlayabilirlerdi.Erik anlamış gibiydi.Tamam,o beşinci sınıftaydı ama olsun.Hepimiz bunu yaşayacaktık.Hepimizin canı bir noktada kan çekmeye başlayacaktı yoksa ölürdük.Moralim biraz olsun düzelmişti.Nala’nın başını okşadım.
“Alternatif ölümken,kan içmek o kadar da kötü gelmez belki,değil mi?”
Nala mırıldadı,bunu “evet” olarak alacaktım.Kolumdaki saate baktım.Lanet olsun.Yatakhaneye geri dönmem,üstümü değiştirmem ve Karanlık Kızlarla buluşmam gerekiyordu.İsteksiz ve halsiz adımlarla duvar boyunca yürümeye başladım.Hava yine bulutluydu ama karanlığa aldırmıyordum.Hatta aslında, geceyi sevmeye başlamıştım.Uzunca bir süre boyunca benim elementim olarak kalacaktı.Tabi eğer hayatta kalırsam.Nala,sanki hastalıklı düşüncelerimi okurmuş gibi miyavlayarak yanı başımda yürüyordu.
“Evet,biliyorum.Bu kadar negatif olmamalıyım.Bu konuyu şeyden sonra…”
Nala’nın alçak perdeden iniltisi beni şaşırtmıştı.Durdum.Sırtını bir yay gibi germiş,tüyleri dikilmişti.Bu haliyle tüylü,şişko bir topa benziyordu ama bakışları hiç de eğlenceli değildi.Ve tabi ağzından çıkan o gaddar tıslama…”Nala,neler…”
Kedimin baktığı yöne dönmemden önce bile,ensemden aşağı müthiş bir ürperti inmişti.Neden çığlık atmadığımı daha sonra merak edecektim.Nefes alabilmek için ağzımı açtığımı hatırlıyorum,fakat en ufak bir ses çıkaramamıştım.Sanki uyuşturulmuş gibiydim ama bu imkansızdı.Uyuşmuş olsaydım,böyle taş kesilmezdim.
Elliott,benden sadece on adım kadar ötede,duvarın dibindeki karanlığın içinde duruyordu.Nala ve benimle aynı tarafa gidiyor olsa gerekti.Sonra Nala’yı duyup yarı yarıya bize doğru dönmüştü.Nala bir kez daha tısladı ve Elliott korkutucu derecede hızlı bir hareketle tamamen bize döndü.
Nefes almadığıma yemin edebilirim.O bir hayaletti,öyle olmalıydı ama son derece gerçek ve somut görünüyordu.Vücudunun Değişim’i reddetmesini bizzat görmüş olmasam sadece her zamankinden ve… tuhaf göründüğünü söylerdim.Anormal derecede beyazdı.Gözleri değişmişti.Çok az ışık yansıtıyorlardı. Kurumuş kan gibi korkunç,paslı bir kırmızıya çalıyorlardı.
Tıpkı Elizabeth’in hayaletinin gözleri gibi.
Ayrıca,onda bambaşka bir değişiklik daha vardı.Vücudu çok tuhaf ve zayıf görünüyordu.Bu nasıl mümkün olabilirdi ki?İşte o anda kokuyu aldım.Eski,kuru ve ortama aykırıydı;tıpkı senelerdir açılmamış bir dolap ya da ürkütücü bir bodrum katı gibi kokuyordu.Elizaberh’i görmemden hemen önce aldığım kokuyu hatırlatıyordu.
Nala hırlayınca,Elliott tuhaf bir biçimde çöktü ve tıslayarak karşılık verdi.Sonra dişlerini sergileyecek şekilde yüzünü büzdü.Ve sivri köpek dişlerini gördüm!Saldırmaya hazırlanırmış gibi Nala’ya doğru bir adım attı.Hiç düşünmeden,harekete geçtim.
“Onu rahat bırak ve hemen toz ol!”Sesimin,sanki sadece kötü bir köpeği azarlıyormuşum gibi sıradan çıkması beni bile şaşırtmıştı.Zira aslında altıma edecek kadar korkuyordum.
Kafası hızla benden tarafa döndü.Bakışlarının kızıllığını ilk defa bana yöneltmişti.Yanlış!Artık aşinası olduğum o sezgisel ses adeta çığlık çığlığa bağırıyordu.Ortada bir iğrençlik var!
“Sen…”Sesi korkunçtu.Sinir bozucu ve sanki boğazında bir değişim olmuş gibi gırtlağından yükselen boğuk bir ses.”Seni yakalayacağım!”Ve bana doğru gelmeye başladı.
Hissettiğim soğuk korku beni acı bir rüzgar gibi içine çekiyordu.
Nala’nın Elliot’un hayaletinin üstüne atılırken attığı savaş çığlığı gecenin karanlığını delip geçmişti. Tamamen şoka girmiş bir halde,kedinin tıslayarak boşluğa pençe atmasını bekleyerek,onları izledim.Oysa Nala,boşluğa değil,Elliott’un bacağına yapıştı.Tırnaklarını çıkarmış,kendinden üç kat büyük bir hayvandan beklenecek bir kükremeyle pençelerini hayaletin bacağına geçirmişti.Elliott bir çığlık koyverdi veNala’yı ensesinden tuttuğu gibi kendisinden uzağa fırlattı.Sonra akıl almayacak bir hız ve güçle,duvarın tepesine sıçradı ve okulu çevreleyen gecenin içinde kayboldu.
Öylesine titriyordum ki adeta sendeleyerek,ağlamaklı bir sesle ”Nala!”diye seslendim. ”Neredesin, kızım?”
Tüyleri tamamen kabarmış halde ve hırlayarak bana doğru koştu ama gözleri hala duvardaydı.Yanına çöktüm.Hala tek parça olduğundan emin olmak için titreyen ellerimle onu yokladım.Tek parça gibiydi. Onu kucakladığım gibi oradan uzaklaştırmak için koşmaya başladım.
“Her şey yolunda.Biz iyiyiz.Gitti.Sen ne cesur bir kızmışsın böyle…”Hiç susmadan Nala’yla konuşuyordum.Arkamızı görmek ister gibi omzuma abanmıştı ve hırlamaya devam ediyordu.
Hobi salonunda pek de uzak olmayan ilk gaz lambasına gelince durdum ve Nala’yı yerinden oynatıp gerçekten iyi olup olmadığını kontrol etmeye giriştim.Gördüğüm şey,midemi öylesine kastı ki bir an kusacağımı sandım.Patilerinde kan vardı.Nala’nın değildi.Üstelik başka kanlar gibi leziz bir kokusu da yoktu.Aksine küflü,eski bodrumların kuru kokusunu çağrıştırıyordu.Patilerini kış çimlerinde temizlemeye çalışırken,öğürmemek için kendimi zor tutuyordum.Sonra onu tekrar kucağıma aldım ve yatakhaneye uzanan kaldırımda son hızla yürümeye devam ettim.Nala gözünü bir an bile arkamızdan ayırmadan hırlıyordu.
Stevie Rae,İkizler ve Damien grubunun hiçbir ferdinin yatakhanede olmaması şüphe uyandırıyordu.TV seyretmiyorlardı,bilgisayar odasında ya da kütüphanede değillerdi.Mutfakta da yoktular.Umutsuzca en azından Stevie Rae’nin odamızda olacağını umarak merdivenlere koştum.Ama ne yazık ki yeterince şanslı değildim.
Yatağımız ayak ucuna oturup hala son derece gergin olan Nala’yı okşamaya başladım.Arkadaşlarımı bulmaya çalışmalı mıydım?Yoksa sadece burada mı kalmalıydım?Stevie Rae eninde sonunda odamıza dönerdi.Elvis saatine baktım.Üstümü değiştirip hobi odasına gitmek için on dakikam vardı.Fakat az önce olanlardan sonra ritüele nasıl gidebilirdim ki?
Az önce ne olmuştu?
Bir hayalet bana saldırmaya çalışmıştı.Hayır.Bu doğru değildi.Hayaletlerin kanı akar mıydı?Peki gördüğüm gerçek kan mıydı?Kan gibi kokmuyordu.Neler olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu.
Doğruca Neferet’e gidip olanları anlatmalıydım.Hemen kalkmalı,kendimi ve deliye dönen kedimi Neferet’e götürmeli,onu dün geceki Elizabeth’ten ve be akşamki Elliott’tan bahsetmeliydim.Bunu yapmalıydım…Ben…
Hayır.Bu defa içimden yükselen ses bir çığlık değildi.Bu kesinliğin gücüydü.Neferet’e bir şey söyleyemezdim,en azından şuanda.
Beynimde yankılanan kelimeleri yüksek sesle tekrarladım:”Ritüele gitmem gerek.Bu ritüele katılmam gerek.”
Siyah elbiseyi askısından çekip,dolabımda siyah babetlerimi ararken sakinleşmeye başladığımı hissediyordum.Burada işler benim eski dünyamdaki-eski hayatımdaki-kurallarla yürümüyordu.Bunu kabullenmemin ve alışmaya başlamamın zamanı gelmişti.
Beş elementin beşini de içine alan bir özelliğim vardı.Bu eski bir Tanrıça’nın inanılmaz güçlerinin bana bahşedildiğini gösterirdi.Büyükannemin de hatırlattığı gibi,büyük güçler,büyük sorumluluklarla gelirdi. Belki bir şeyleri-normal bir hayalet gibi kokmayan ya da görünmeyen hayaletleri-görmeme bir amaç uğruna izin veriliyordu.Henüz bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum.Aslında kafamda çok net olan iki düşünce dışında hiçbir şey bilmiyordum:Bunları Neferet’e anlatamazdım ve o ritüele gitmek zorundaydım.
Son hızla Hobi Salonu’na doğru yürürken,kendimi,en azından pozitif düşünmeye zorluyordum.Belki de Afrodit bu gece gelemezdi ya da gelse bile bana saldırmayı unuturdu.
Ne yazık ki,şansımdan bekleneceği üzere,her iki ihtimal de gerçekleşmeyecekti.