Gece Evi Serisi Buluşma Noktası
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gece Evi Serisi Buluşma Noktası

Kitap Özetleri, Çeviriler, Yazarlar Hakkında Bilgiler..Gece Evi Serisi Fanıysanız İşte Burası Sizin Yeriniz.
 
AnasayfaAnasayfa  KapıKapı  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İşaret 16. BöLüm

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Aphrodite*

Aphrodite*


Mesaj Sayısı : 61
Kayıt tarihi : 04/11/10
Yaş : 28
Nerden : St. Viladimir Akademisinden

İşaret 16. BöLüm Empty
MesajKonu: İşaret 16. BöLüm   İşaret 16. BöLüm Icon_minitimeCuma Kas. 05, 2010 10:11 am

İşaret Kitabı 16. Bölüm

Bölüm 16

”İşte burası.” Stevie Rae okulun çevresini saran duvarların doğu kısmına bakan bir tepeye inşa edilmiş,yuvarlak,tuğla örgülü
binanın basmaklarında biraz tedirgin,biraz mahçup gözlerle bana bakıyordu. Büyük meşe ağaçları binanın çevresini öylesine
sıkı sarmıştı ki girişi aydınlatan gaz lambası ya da mum ışıklarını güçlükle seçebiliyordum.Camları boyalı gibi görünen yüksek
ve üst kısmı kavisli karanlık pencerelerde en ufak bir ışık belirtisi yoktu.

”Tamam,Tums için teşekkür ederim.” Cesur görünmek için elimden geleni yapıyordum. ”Benim için de yer tutun. O kadar
uzun sürmez herhalde. Buradaki işimi bitirip akşam yemeğinde size katılırım diye tahmin ediyorum.”

”Acele etme.Gerçekten. Yani ne bileyim,belki sevebileceğin birileriyle karşılaşırsın. Öyle bir şey olursa sakın endişelenme.
Merak etme,kızmam. Damien ve İkizler’e senin keşif yapmakla meşgul olduğunu söylerim.”

”Onlardan biri olmayacağım,Stevie Rae.”

”Sana inanıyorum,” dedi ama gözleri şüphe uyandıracak kadar iri iri açılmıştı.

”Sonra görüşürüz.”

”Tamam.Görüşürüz.” Dönüp ana binaya doğru yürümeye başladı.

Gidişini izlemek istemiyordum.Kimsesiz ve hor görülmüş yavru bir köpek gibi görünüyordu. Bu yüzden merdivenleri tırmanmaya başladım. Bir taraftan da kendimi bunun, sandığım kadar kötü olmayacağına inandırmaya çalışıyordum.
Herhalde Barbie kılıklı ablamın beni yanında amigo kızlar kampına sürüklediği zamankinden daha kötü olamazdı
(Aklım neredeydi,hiç bilmiyorum). En azından bu fiyasko bir hafta sürmeyecekti. Büyük olasılıkla bir çember daha oluşturacak-ki çember olayına bayılmıştım- ve Neferet gibi bir dua okuduktan sonra yemek için dağılacaklardı.
Ben de fırsattan istifade kibarca gülümseyip aralarından sıvışacaktım. Bu kadar basitti.

Kalın,ahşap kapının iki yanındaki meşaleler, Nyx’in Tapınağı’ndakinden farklı olarak, gazla aydınlatılmıştı.
Elimi kaldırıp kapının demir tokmağına uzanmak üzereydim ki, kapı daha çok rahatsız edici bir iç çekişi andıran bir sesle açıldı.

”Uğurlar olsun,Zoey.”

Ah. Tanrım. Bu,Erik’ti. Tamamen simsiyah giyinmişti ama koyu renk dalgalı saçları ve insanın aklını başından alan mavi gözleriyle bana Clark Kent’i hatırlatıyordu(Tabii ki inek gözlğkleri ve yağıştırılarak taranmış saçlarından bahsetmiyorum).
Yani demek istediğim, bana Süpermen’in pelerinsiz,taytsız ve o kocaman S harfi olmayan halini hatırlatıyordu.

Yağla ıslatılmış işaret parmağıyla alnımda beş köşeli yıldızı çizmeye başladığı anda zihnimdeki bu baloncuk bir anda kaybolup gitti.
”Kutsanmaya,” dedi
”Kutsanmaya,” diye cevap verirken sesimin titrememiş ya da çatlak çatlak çıkmamış olmasına sonsuza dedk minnettar kalacaktım. Ah,bu adamın müthiş bir kokusu vardı ama tam olarak ne koktuğuunu çıkaramıyordum. Şu erkeklerin galonlarca
dökündükleri o baygın ve abartılı kolonyalar gibi değildi. Kokusu…Kokusu… Gece vakti,yağmurdan hemen sonraki orman kokusu gibiydi. Toprak gibi…Tertemiz…

”İçeri girebilirsin,” dedi.
”Ah,teşekkürler,” dedim neşeli bir sesle ve içeri girdim. Ve durdum.
İçerisi dediğim şey kocaman bir odadan ibaretti.Yuvarlak duvarlar,pencereleri tamamen örten ve ayın gümüşi ışığını dışarıda bırakan kadife perdelerle kaplıydı.Ağır perdelerin altında tuhaf şekiller vardı.Tam korkmaya başlıyordum ki -Alo?- burasının bir hobi odası olduğunu hatırladım. Büyük olasılıkla TV’leri ve oyun masalarını kenara çekip, ortama daha ürkütücü bir hava vermek için üstlerini örtmüşlerdi. Sonra bakışlarım çemberin kendisine takıldı. Odanın tam ortasındaydı ve uzun, kırmızı cam kapların içine yerleştirilmiş mumlardan oluşuyordu.Hani şu marketlerin Meksika yemeği bölümünden aldığınız, gül ve yaşlı hanımefendiler gibi kokan dua mumlarından. Sanırım burada yüz kadar mum vardı ve her biri,arkalarında duran, birbirleriyle konuşup gülüşen çocukların yüzlerini kırmızı bir ışıkla aydınlatıyordu. Çocukların hepsi siyahlar içindeydi. Hiçbirinin kıyafetinde işleme yoktu ama boyunlarına uçlarında tuhaf bir sembolün sallandığı kalın gümüş zincirler takmışlardı. Görebildiğim kadarıyla iki hilal, bir dolunayın karşısında sırt sırta vermişlerdi.

” Demek geldin,Zoey!.”
Afrodit’in sesi bana vücudundan önce ulaşmıştı. Akik boncuklardan süslenmiş-ve bana tuhaf derecede Neferet’in elbisesini anımsatan- siyah,uzun bir elbise giymişti. Diğerlerininkine benzeyen bir kolye takmıştı ama onunki daha büyüktü ve Lal taşı olduğunu tahmin ettiğim taşlarla çevrilmişti. Açık bıraktığı servest saçları omuzlarından aşağı bir duvak gibi dökülüyordu.
Kesinlikle fazla güzeldi.

”Erik,Zoey’i karşıladığın için teşekkür ederim. Bundan sonrasını ben hallederim.” Sesi son derece normal çıkıyordu. Elini,
sadece kısa bir an için, başkalarının dostça bulacağı bir tavırla Erik’in koluna yerleştirdi. Ama yüzü bambaşka bir hikaye anlatıyordu.Kararlı ve soğuk bir ifadesi vardı ve gözleri Erik’in gözlerini delip geçer gibi bakıyordu.

Erik kolunu çekti.Sonra bana gülümsedi ve Afrodit’e bakmadan yanımızdan ayrıldı.
Harika.Sevimsiz bir ayrılık olayının aradında kalmak en son isteyeceğim şeydi doğrusu.Ama gözlerimin Erik’i takip etmesine mani olamadım.
Aptal ben.Her zamanki gibi. İç geçirdim.
Afrodit gırtlağını temizledi ve ben( pek de başarılı olamayarak) yapmam gereken bir şeyi yaparken yakalanmamışım gibi davranmaya çalıştım. Kurnaz ve sevimsiz gülümsemesine bakılırsa Erik’e olan ilgimi fark etmiş olmalıydı ( ve tabii onun bana ilgisini). Ve bir kez daha,önceki gün koridorda onları gören kızın ben olduğumu fark edip etmediğimi düşündüm.
Tabii ki bunu ona sormak gibi bir seçeneğim yoktu.

”Acele etmen gerek.Üstünü değiştirmen için bir şey getirdim.” Afrodit beni kızlar tuvaletine götürürken hızlı hızlı konuşuyordy.Bana omzunun üstünden küçümseyen bir bakış attı . ” Karanlık Kızlar ritüeline bu kılıkta katılamazsın.”
Tuvalete girince,kabinlerden birinin kapısında asılı duran bir elbiseyi elime tutuşturdu ve beni neredeyse iterek kabine soktu.
”Kıyafetlerini askıya asıp yatakhaneye öyle götürebilirsin.”

Afrodit itiraza olanak bırakan bir kız değildi ama ben zaten kendimi fazlasıyla dışlanmış hissediyordum.Üzerimdeki üniformayla,herkesin kot pantolonla katıldığı sıradan bir partiyi kıyafet balosu sanıp ördek kılığında çıkagelmiş biri gibiydim.
Ütümdekileri hızla çıkardım ve siyah elbiseyi başımdan geçirdim. Tam üzerime göre olduğunu fark edince rahat bir nefes aldım. Basit ama zarif bir elbiseydi, Şu hiç kırışmayan yumuşak kumaşlardan yapılmıştı. Uzun kolları ve omuzlarımın büyük kısmını açıkta bırakan yuvarlak bir yakası vardı(neyse ki siyah sütyen giymiştim). Yaka kısmı, uzun kollarımın uçları ve dizimin hemen üstünde biten etek ucu kırmızı,parlak boncuklarla çevrelenmişti. Gerçekten çok hoş bir elbiseydi. Ayakkabılarımı yeniden giyerken güzel bir çift babetinin hemen her tür kıyafete uyduğunu düşünüp sevindim ve kabinden çıktım.

”En azından üstüme oldu,”dedim.
Ama Afrodit elbiseye bakmıyordu. Gözlerini,artık canımı sıkmaya başlayan İşaretime dikmişti.Tamam,anladık.işaretiminn içi boyalıysa ne olmuştu yani? Aşın artık bunu! Hiçbir şey demedim. Ne de olsa bu onun”partisi”ydi ve ben sadece bir misafirdim.
Tercüme etmem gerekirse burada deplasmandaydım ve uslu dursam iyi olurdu.

” Ritüeli tabii ki ben yönetiyorum. Bu yüzden tören boyunca her saniye elini tutamayacak kadar meşgul olacağım.”
Tamam,dilimi tutmam gerekiyordu ama Afrodit şansını zorluyordu.”Bak,Afrodit,”dedim. ”Elimi tutmana ihtiyacım yok.”
Gözlerini kıstı.Kendimi sapık kız sahnesine hazırladım.Fakat o hç de sempatik olmayan ve ona daha çok hırlayan bir köpek havası veren bir gülümseme takındı. Ona kaltak falan dediğim yok ama arada ürkütücü bir benzerlik vardı.

”Tabii ki elinin tutulmasına ihtiyacın yok.Bu ritüelde de,buraya geldiğinden beri yaptığın gibi, kendini akıntıya bırakacaksın. Yani ne de olsa sen Neferet’in yeni gözdesisin.”

Harika. Erik meselesi ve tuhaf İşaret’iminn üstüne,şimdi bir de eğitmenimin Neferet olmasının onda uyandırdığı kıskançlık eklenmişti.
”Afrodit,ben Neferet’in yeni gözdesi olduğumu hiç sanmıyorum. Sadece yeniyim.” Mantıklı görünmeye çalışıyordum. Hatta kendimi zorlayarak gülümsedim.
”Her neyse. Eee,hazır mısın?”

Onunla uzlaşmaya çalışmaktan vazgeçerek başımı salladım. Bütün bu ritüel meselesinin bir an önce bitmesi için can atıyordum.

”Pekala.Haydi gidelim.” Beni tuvaletten çıkarıp çembere götürdü. Kafeteryada peşinde dolaşan iki cadısını hemen tanımıştım. Bu defa, daha az önce limon yedim ifadelerini bir kenara bırakıp,bana gülümsemeye karar vermişe benziyorlardı.
Hayır, beni kandırmazlardı. Ben de gülümsedim.Düşman topraklarındayken,yapılacak en iyi şey, ortama uyum sağlamak, dikkat çekmemek ve/veya aptal görünmemekti.
Daga uzun boylu olan ”Merhaba,ben Enyo,” dedi. Tabii ki sarışındı ama uzun bukleleri altından ziyade buğdaya çalıyordu. Gerçi mum ışığında hangi basmakalıp benzetmeni daha uygun olduğuna karar vermek güçtü. Saçlarının doğal sarı olduğuna hala inanamıyordum.

”Merhaba,”dedim.
” Ben Deino,” dedi diğer kız. Melez olduğu her halinden belliydi. Bolca kremalı kahve tadında pürüzsüz bir teni ve kalın telli ve dalgalı-büyük olasılıkla en nemli havalarda bile bir kez olsun tülenmeye cesader edememiş-kusursuz saçları vardı.
İkisi de insanı ürkütecek kadar mükemmeldiler.

”Selam,”dedim bir kez daha. Klostrofobiden biraz daha fazlasını hissederek aralarındaki boşluğa girdim.

Afrodit, ”Üçünüz birlikte ritüelin tadınnı çıkarın,” dedi.
”Ah,çıkaracağız.” Enyo ve Deino aynı anda konuşuyorlardı. Üçü birbirlerine tüylerimi diken diken edecek ifadelerle baktılar.
Mantığım gururumu alt edip oradan kaçmama neden olmasın diye gözlerimi kaçırdım.

Olduğum yerden çemberin içini daha iyi görebiliyordum. Nyx’in Tapınağı’ndakine benziyordu fakat bu defa ortadaki masanın yanına zerinde birinin oturduğu bir sandalye çekilmişti.
Oturduğu demek tam anlamıyla doğru sayılmayabilir. Sandalyenin üstüne”yığılan” her kim ise,kafasına,yüzünü neredetse tamamen örten bir başlık geçirilmişti.
Şey…Hımmmm…
Her neyse. Masa,perdelerde kullanılan siyah kadifeyle örtülmüştü. Üzerinde bir Tanrıça heykeli,bir kase meyve ve ekmek, birkaç kadeh ve bir sürahi duruyordu. Ve bir bıçak. Doğru gördüğümden emin olmak için gözlerimi kısarak baktım. Evet.
Bu bir bıçaktı; sapı kemikten yapılmıştı ve uzun ve kavisli bıçak kısmı,sadece ekmek ya da meyve kesmekte kullanılmayacak kadar tehlikeli görünüyordu.Yatahkaneden tanıdığımı sandığım bir kız,masanın üstündeki oymalı kaplara yerleştirilmiş kalın tütsü çubuklarını yakıyordu. Sandalyeye yığılıp kalan kişiyi tamamen yok sayar gibi bir hali vardı. Tanrı aşkına,çocuk uyuyor muydu acaba?

Ve hemen sonra oda yeşil renkli ve kıvır kıvır olduklarına yemin edebileceğim,hayaletvari dumanlarla dolmaya başladı. Nyx’in Tapınağı’ndaki gibi tatlı bir koku bekliyordum ama duman tutamlarından biri bana ulaşıp kokuyu içime çekince,acılığı karşısınd afalladım. Bana hiç de yabancı gelmeyen bir kokuydu. Kaşlarımı çatıp hatırlamaya çalıştım. Lanet olsun, neydi ki bu?
Sanki içine biraz karanfil katılmış defne yaprağı kokusu alıyordum ( Bana baharat ve kokuları hakkında bu kadar çok şey öğrettiği için büyükanneme teşekkür etmeyi unutmamalıydım). Bir kez daha kokladım ve bu defa başımın bulutlandığını
hissettim.Tuhaftı.Pekala,bu garip bir tütsüydü. Odaya yayılırken,onu taşıyan her insanın teninde farklılık gösteren pahalı bir parfüm gibi,değişiyordu. Bir nefes daha çektim. Evet. Defne ve karanfil ama bir şey daha vardı. Kokuya kesin ve buruk…karanlık ve mistik bir son katan ve insanın aklını edepsizliğiyle çelen bir şey.

Edepsizlik mi? İşte o zaman anladım.
Lanet olsun! Odayı çeşit çeşit baharatlarla karıştırılmış ot dumanıyla dolduruyorlardı.İnanılmazdı. Yaşıtlarımın baskısına direnmiş ve seneler boyunca partilerde elden ele gezen o çirkin görünüşlü ev yapımı esrarlı sigaralarından birini denemem için yapılan bütün tekliflere -en kibarlarıne bile- hayır demiştim ( Yani demek istediğim,lütfen,sağlıklı bile değil ki !
Ayrıca insanlarda saplantılı bir biçimde,şişmanlatıcı abur cuburlar yeme isteği uyandıran o uyuşturucuları neden isteyecekmişim?). Ve şimdi burada oturmuş ot dumanını soluyordum. İç geçirdim. Kayla buna hayatta inanmazdı.

Sonra paranoyakça bir duyguyla ( ki büyük olasılıkla bu da ot dumanının yan etkilerinden biriydi ) çembere göz attım.
Sanki aniden profesörlerden biri ortaya atılacak ve hepimizi… Ne bileyim işte, Maury’nin sorunlu çocukları gönderdiği kamp tarzı bir yere postalayacaktı.

Ama neyse ki, Nyx’in Tapınağı’ndakinin aksine burada tek bir yetişkin vampir yoktu. Topu topu yirmi çocuktuk. Diğerleri aralarında sakin sakin sohbet ediyor ve tamamen yasadışı olan marihuana tütsüsünün yakılması hiç sorun değilmiş gibi davranıyorlardı ( Ot kafalılar,ne olacak). Olabildiğince yüzeysel nefesler almaya çalışarak sağ tarafımdaki kıza döndüm. Şüpheye ( ya da paniğe ) kapıldığınız zaman yapılacak en iyi şey havadan sudan sohbettir.

”Deino çok değişik bir isim. Özel bir anlamı var mı?”
”Deino korkunç demektir,” dedi kız tatlı bir gülümsemeyle.
Diğer tarafımdaki sarışın kız fazla neşeli bir sesle ”Enyo da savaşçı demek…”
Kibar olmak için elimden geleni yaparak ”Haa,” dedim.
”Evet.Tütsüleri yakan kızın adı Pemphredo,eşek arısı demek,” diye açıkladı Enyo. ”İsimlerimizi Yunan mitolojisinden aldık.
Gorgon ve Scylla’nın üç kız kardeşiydiler. Mitolojiye göre, üçü tek bir gözü paylaşan acuzeler olarak doğmuşlar. Fakat biz bunun güçlü kadınları bastırmayı hedefleyen,içi boş erkek hakim propagandadan başka birşey olmadığına inanıyoruz.”

”Gerçekten mi?” Başka ne diyeceğimi bilememiştim.Gerçekten.
”Evet,” dedi Deino. ”Erkekler iğrenç şeyler…”
”Hepsi ölmeli,” dedi Enyo.

Bu hoş düşüncenin üzerine aniden müzik başladı ve konuşmamı ( çok şükür ki ) imkansız hale getirdi.
Pekala. Müzik ciddi anlamda rahatsız ediciydi. Modern olduğu kadar eski ezgiler de içeren derin ve ritmli bir müzikti.
Sanki birisi oturup günümüzün gürültülü şarkılarından birini bir kabilenin çiftleşme dansıyla karıştırmıştı. Ve sonra Afrodit, beni adeta şok ederek,çemberin içinde dans etmeye başladı. Evet,sanırım çok seksi olduğu söylenebilirdi. Yani demek istediğim,gerçekten çok güzel bir vücudu vardı ve Catherine-Zeta Jones’un Chicago’daki hali gibi hareket ediyordu. Ama nedense, ben de gereken etkiyi bırakmıyordu. Gay olmadığım için böyle hissettiğimi söylemiyorum ( Gerçi gay de değilim zaten ). Ben de gereken etkiyi bırakmamasının nedeni,Neferet’in ”Yürüyor Güzellikte” eşliğinde ettiği dansın avam bir kopyasıydı.Ona müzik yerine bir şiir eşlik edecek olsa,herhalde şiirin adı ”Fahişenin Teki Çizmelerini Gıcırdatıyor” olurdu.

Afrodit’in kalça sallama gösterici boyunca herkes, doğal olarak, ona bakıyordu. Ben de, aradığıın Erik olduğunu çaktırmamaya çalışarak çemberi incelemeye başladım. Ve,ah, lanet olsun… Onu neredeyse tam karşımda buldum. Odada Afrodit’i izlemeyen tek çocuk oydu sanırım. Beni izliyordu ! Bakışlarımı kaçırmak,gülümsemek ve el sallamak ( Damien gülümsememi söylemişti ve erkekler konusunda uzman olduğunu iddia ediyordu) arasında bir seçim yapmaya çalışırken müzik duruverdi ve ben gözlerimi yeniden Afrodit’e çevirdim. Çemberin ortasında masanın yanında duruyordu. Ne yaptığını bilen bir tavırla, bir eline büyük mor bir mum,diğer eline de bir bıçak aldı. Mum yanıyordu. Afrodit onu bir projektör gibi önünde tutarak,çemberde kırmızıların arasına yerleştirilmiş tek sarı muma doğru yürüdü. Doğuya dönmek için Savaşçı ya da Korkunç’un beni dürtmelerine ihtiyacım yoktu. Rüzgar saçlarımı havalandırırken, göz ucuyla Afrodit’in sarı mumu yaktığını ve bıçağı havaya kaldırıp görünmez bir beş köşeli yıldız çizdiğini görebiliyordum.

Fırtına rüzgarları,Nyx’in adına,sizi çağırıyorum
Burada işlenecek sihrin üstüne
Lütfunuzu saçmanızı sizden diliyorum

İyi olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Neferet kadar güçlü olmasa da, sesini kontrol etmek konusunda bolca pratik yaptığı belliydi.Kelimeler dudaklarında ipeksi bir yumuşaklıkla dökülüyordu. Yüzümüzü güneye çevirdik. Afrodit kırmızı mumlar arasında daha büyükçe duran bir kırmızı muma yönelirken,ateşin gücünün ve çemberin sihrinin beni sarmaladığını hissetmeye başladım.

Şimşeğin ateşi,fırtınaların ve sihir gücünün taşıyıcısı,
Nyx’in adına,seni çağırıyorum,
Senden burada işleyeceğim sihire yardım etmeni diliyorum.

Bir kez daha döndük. Yanaklarımın kızardığını ve kırmızı mumların arasına yerleştirilmiş mavi mumun beni çektiğini hissediyordum. Bu olay beni bir hayli ürkütse de, çemberden çıkmamak için kendimi zorluyordum..

Sağanak yağmurlar,Nyx’in adına sizi çağırıyorum,
Bu en güçlü ritüeli gerçekleştirirken,
Boğucu gücünüzle bana katılın.

Tanrı aşkına,benim derdim neydi? Terliyordum ve daha önceki ritüelde hissettiğim hafif sıcaklığın aksine,alnımdaki İşaret adeta yanıyordu.Kulaklarımda bir uğultunun yankılandığına yemin edebilirdim. Tamamen sersemlemiş bir halde, bir kez daha sağa döndüm.

Derin ve nemli toprak,Nyx’in adına,seni çağırıyorum
Sen bana bu ritüelde yardım et ki,
Toprağın,güç fırtınasının kükreyişiyle sarsılışını hissedebileyim.

Afrodit bıçağını havada sallarken,sağ avcumun karıncalanmaya başladığını hissetmeye başladım. Sanki o da bıçağı almak ve havada savurmak istiyordu. Taze kesilmiş çimenlerin kokusunu,havada,yanı başımda yuva yapmış gibi, bir çobanaldatanın ötüşünü duyabiliyordum. Afrodit bir kez daha çemberin ortasına ilerledi. Hala yanmaya devam eden mor mumu masanın ortasındaki yerine geri bırakırken yakarışını tamamladı.

Vahşi ve özgür ruh,Nyx’in adına seni bana çağırıyorum.
Beni yanıtsız bırakma! Bu kudretli ritüel boyunca benimle kal !
Ve bana Tanrıça’nın gücünü bahşet !

Her nasılsa,bundan bir sonraki adımın ne olacağını anlamıştım.Kelimeler zihnimin ve ruhumun derinliklerinde canlanıyordu.
Kadehi havaya kaldırıp çemberin içinde dolaşırken sözcüklerini hissedebiliyordum. Her ne kadar Neferet’in letafet ve gücünden mahrum olsa da, ağzından çıkan kelimeler içimdeki yangını tutuşturuyordu.

”Bugün Tanrıça’mızın ayının dolunay halini aldığı gündür.Bu gece,içinde ihtişam barındırır. Eski çağ insanları bu gecenin gizemlerini iyi bilir,onu,kendilerini güçlendirmek,dünyalar arasındaki duvarı aralamak ve bugün sadece hayalini kurabildiğimiz maceraları yaşamak için kullanırlardı. Gizemli… Esrarengiz… Büyülü… İnsanlara özgü kurallar ve kanunlarla boyanmamış,vampir formunda gerçek güzellik ve güç. Bizler insan değiliz ! ”
Bu son cümleyi söylerken sesi,tıpkı Neferet’inki gibi,duvarlarda yankılanmıştı. ” Bütün Karanlık Kızların ve Oğulların,bu geceki ritüelde geçen bir sene boyunca her dolunayda diledikleri şeyleri istiyorlar. İçimizdeki gücü,vahşi alemin kedi soylu canlıları gibi özgür kıl ki, hayvan kardeşlerimizin esnekliğine,kıvraklığına sahip olalım. İnsanların zincirleriyle kısıtlanmayalım ya da cahil zayıflıklarına hapsolmayalım.”

Afrodit tam önümde durmuştu.Tıpkı onun gibi, benim de yanaklarımın al al olduğunu,hızlı hızlı nefes alıp verdiğimi biliyorum. Kadehi kaldırıp bana uzattı.

”İç,Zoey Kızılkuş. Ve zaten kan,beden ve büyük Değişim’in İşaretiyle hakkımız olanı Nyx’ten isterken bize katıl. Seni şimdiden bulan İşaretle…”

Evet biliyorum. Büyük olasılıkla hayır demem gerekirdi. Ama nasıl? Birden hayır demek istemedim. Afrodit’e ne güveniyor ne de ondan hoşlanıyordum. Ama ya söyledikleri temelde doğruysa? Annemin veüvey babamın İşaret’imi gördükleri zaman gösterdiği tepki,Kayla’nın bakışlarına yansıyan korku,Drew ve Dustin’in telaşla kaçışı hafızamda çok net bir şekilde canlanmıştı. Ve evden ayrılmamdan beri hiç kimse beni aramamıştı. Bir SMS gönderen bile olmamıştı.Beni,yeni hayatımda tek başıma mücadele etmem için kaderime terk etmişlerdi.
Bu beni üzüyordu üzmesine ama aynı zamanda öfkelendiriyordu.
Afrodit’in elindeki kadehi aldım ve büyük bir yudum aldım. Şaraptı ama diğer ritüelde içtiğim şaraba benzemiyordu. Tatlıydı ama daha önce hiç tatmadığım bir baharat tadını da içeriyordu. Ağzımın içinde,daha sonra gırtlağımdan aşağı akan,sıcak ve buruk bir patlama hissettim. Bende daha fazlasını içme isteği uyandıran tuhaf bir sersemliğe kapılmıştım.

Afrodit adeta tıslar gibi ”Kutsanmaya,” dedi ve kadehi elimden hızla çekip aldı. O kadar hızlı çekmişti ki şarabın bir kısmı parmakalrıma döküldü. Sonra bana gergin ama zafer dolu bir gülümsemeyle baktı.
Otomatik olarak ” Kutsanmaya,” diye cevap verdim. Başım dönüyordu. Afrodit,Enyo’ya yöneldi ve kadehi ona uzattı. Bense parmağıma dökülen şarabı yalayıp,tadını bir kez daha hissetmekten kendimi alamamıştım. Bu,muhteşemden de öte bir lezzetti. Ve kokusu…Tanıdık bir kokusu vardı. Ama başım öylesine sersemlemişti ki,bu inanılmaz kokuyu daha önce nerede aldığımı bir türlü çıkaramıyordum.

Afrodit’in çocukların her birine şarap sunarak bütün çemberi tamamlaması çok sürmemişti. Masaya dönerken onu pürdikkat seyrediyor,şaraptan biraz daha içebilmek için fırsat kolluyordum. Kadehi bir kez daha kaldırdı.

”Gecenin ve dolunayın büyük ve büyülü Tanrıça’sı… Fırtınada ve borada,ruhları Büyükler’e liderlik ederek dolaşan,güzel ve heybetli olan,en eskilerin bile itaat ettikleri;bize dileklerimizde yardım et. Bizleri gücünle,sihrinle ve kudretinle donat.”
Sonra kadehi kafasına dikti.Büyük bir kıskançlıkla,şarabı son zerresine kadar içmesini seyrettim. O şarabı bitirirken müzik bir kez daha başladı. Afrodit müzik eşliğinde, çemberin içinde dolaşmaya başladı. Tek tek bütün mumları söndürüp elementlere veda ederken dans ediyor,gülüyordu. Her nasılsa,onu izlerken görüşümün allak bullak olduğunu hissettim. Çünkü bütün vücudu eğilip bükülüyor ve değişiyordu. Sanki karşımdaki Neferet-daha doğrusu Yüksek Rahibe’nin daha genç ve toy bir versiyonu- olmuştu.

”Uğurlar olsun…Uğurlar içinde yeniden bir araya gelmek üzere…”
Hepimiz ona tek bir ağızdam karşılık verirken,ben görüşümün düzelmesi için gözlerimi kırpıştırıyordum.Birkaç saniye içinde,hem gözümün önündeki Neferet’e benzeyen Afrodit imajı hem de İşaret’imin yanması kaybolmuştu. Fakat şarabın dilime bıraktığı tadı hala alabiliyordum. Tuhaf bir durumdu çünkü alkolü sevmem.Çok ciddiyim. Alkolün tadından hiç hoşlanmam. Ama bu şarapta lezzet ötesi bir şey vardı…Godiva’nın bitter çikolatasını bile aşan bir şey ( Buna inanmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum).Ve neden bana o kadar tanıdık geldiğini hala anlayabilmiş değilim.
Çember dağılırken herkes gülüşüp konuşmaya başladı. Gaz lambaları aydınlanınca, parlaklığa alışmak için gözlerimizi kırpıştırmak zorunda kaldık. Erik’in hala bana bakmaya devam edip etmediğini görmek için çemberin karşı tarafına baktım. O sırada gözüm masadaki hareketliliğe takıldı. Sandalyeye yığılmış gibi görünen ve bütün ritüel boyunca hiç kıpırdamadan oturan kişi nihayet hareket etmeye başlamıştı. Tuhaf hareketlerle doğrulmaya çalışıyordu.Üzerindeki koyu renk pelerinin başlığı düşmüştü. Portakal rengi,diken diken saçlarını ve gereğinden fazla beyaz ve çilli suratını görünce anlık bir şok yaşadım.

Bu,baş belası Elliott’tan başkası değildi. Burada olması çok ama çok tuhaftı. Karanlık Kızlar ve Erkekler ondan ne isteyebilirlerdi ki? Tekrar çevreme bakındım.Evet,tam tahmin ettiğim gibi ortalıkta bir tek çirkin ya da ahmak görünüşlü çocuk yoktu. Herkes, yani Elliott dışında herkes, çok çekiciydi. O kesinlikle buraya ait gibi durmuyordu.
Gözleriin kırpıştırarak esniyordu. Çok fazla tütsü dumanı yutmuş gibi bir hali vardı. Elini burnuna uzattı ( Büyük olasılıkla daha sonra yakından inceleyeceği bir sümük parçası çıkardı).İşte o zaman bileğindeki beyaz bandajı fark ettim. Bu da neyin…?

Ensemden aşağı korkunç bir ürperti yükseldi. Enyo ve Deino,birkaç adım ötede,Pemphredo denen kızla konuşmakla meşguldüler.Yanlarına gittim ve sohbetlerinde bir duraksama yakalayana kadar bekledim. Midemin düğüm düğüm olduğunu çaktırmamaya çalışarak gülümsedim ve başımla Elliott’un olduğu tarafı işaret ettim.

”O çocuğun burda ne işi var?”
Enyo,Elliott’a baktı ve gözlerini çevirerek ”O bir hiç,” dedi.
”Bu geceki buzdolabımızdı,o kadar.”
Deino, adeta küçümser bir tavırla ”Sümsük,ne olacak,” dedi.
Pemphredo tiksintisini gizlemeye gerek görmeden ”Neredeyse insan sayılır,” dedi. ”Sadece atıştırmalık olarak işe yaramasına şaşmamak gerek.”

Midemin ter syüz olduğunu hissediyordum.”Bir dakika,” dedim. ”Buzdolabı derken? Atıştırmalık da ne demek?”
Korkunç Deino mağrur ve çikolata renkli gözlerini bana çevirdi. ”Biz insanlara bu isimlerle hitap ederiz. Bilirsin işte, kahvaltı,öğle yemeği ve akşam yemeği gibi…”

”Ya da herhangi bir ara öğün,” dedi savaşçı Enyo neredeyse mırlayarak.
”Ben yine de…” diyecek oldum ama Deino beni susturdu.

”Ah,yapma! Şarabın içinde ne olduğunu anlamamışsın gibi yapacak değilsin herhalde…Ve tadını sevmemişsin gibi…”

”Evet,kabul et,Zoey.Barizdi.Elinde olsa hepsini bir dikişte içecektin.Bizlerden bile daha fazla sevdin. Parmaklarını nasıl yaladığını gördüm.” Enyo, İşaret’ime bakmak için bana fazla yaklaşmış,kişisel alanıma girmişti.” Bu da senin gerçek bir ucube olduğunu gösterir, öyle değil mi? Bir şekilde hem çaylak hem vampirsin. İkisi bir arada. Ve o çocuğun kanını sıradan bir lezzetten daha çok istedin.”

”Kan mı? Kendi sesimi tanıyamıyordum. ”Ucube” kelimesi zihnimde dönüp duruyordu.
”Evet,kan,” dedi Korkunç.
Aynı anda müthiş bir sıcaklığın ve dondurucu bir soğuğun beni sardığını hissettim. Bakışlarımı kızların bilmiş gözlerinden ayırıp Afrodit’e çevirdim. Odanın karşı tarafında,Erik’le konuşuyordu.Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti. Dudakları ağır ve imalı bir gülümsemeyle büküldü. Kadeh elindeydi. ”Şerefe” der gibi bana doğru,havayı kaldırıp bir yudum aldıktan sonra yeniden Erik’e döndü.

Kendime olabildiğince hakim olarak,Savaşçı,Korkunç ve Eşek Arısı’na saçma bir özür geveledikten sonra,kendimi salondan dışarı attım. Hobi salonunun ağır ahşap kapısı arkamdan kapanır kapanmaz,deli gibi koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Tek istediğim oradan bir an önce uzaklaşmaktı.

Kan içmiştim! Elliott denen o iğrenç çocuğun kanını içmiştim ve bundan hoşlanmıştım!
Daha da kötüsü, tadının bana tanıdık gelmesinin nedeni,aynı kokuyu Heath’in eli kanarken de almış olmamdı. Beni çeken yeni bir kolonya değil,Heath’in kanıydı. O kokuyu Afrodit koridorda Erik’in bacağını kestiği zaman da almış ve onun kanını yalamak istemiştim.

Ben bir ucubeydim.
Artık nefes alamaz hale gelince,okulun dış duvarlarından birine yaslandım ve midemde ne var ne yoksa çıkardım…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://vampirakademisi.forumdizini.net/
 
İşaret 16. BöLüm
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İşaret 26. BöLüm
» İşaret 25. BöLüm
» İşaret 1. Bölüm
» İşaret 24. BöLÜm
» İşaret 2. BöLüm

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gece Evi Serisi Buluşma Noktası :: Kitaplar :: İşaret-
Buraya geçin: